Vücudumuzda iki adet sürrenal bez bulunur. Bunlar karın bölgesinde sağda karaciğerin, solda da dalağın arkasında ve her iki tarafta hemen böbreklerin üzerinde onlara yapışık duran, genellikle 5x3x1 cm boyutlarında dokulardır. İki bezin ortalama ağırlığı 12 g kadardır (6-20 g). Karın içindeki en büyük damar olan aortadan, böbrek atardamarından ve diafram atardamarından gelen dallarla beslenir ve kanı benzer şekilde toplar damarlarla dolaşıma geri döner. Özellikle sağ taraftaki surrenal bezin ana toplar damar olan vena kava inferior ile ilişkisi cerrahlar açısından çok önemlidir. Bu damarın ayrılması sırasında ciddi kanama sorunları yaşanabilir. Surrenal bezler vücudun fizyolojik fonksiyonları için hayati öneme sahip çeşitli hormonları salgılarlar. Bunların eksikliği söz konusu olursa hayatta kalmak mümkün olmayacaktır.
Sürrenal (adrenal / böbrek üstü bezi) hastalıkları nelerdir?
Tüm diğer endokrin bezler (hormon üreten bezler) gibi sürrenal bezlerin de fonksiyonel açıdan az veya çok çalıştığı hastalıkları ile tümörleri vardır.
Az çalışması durumu sürrenal bezlerin kendisinden (Adisson hastalığı) ya da sürrenal bezleri kontrol eden hipofiz veya hipotalamustan kaynaklanıyor olabilir. Ancak sürrenal bezlerin az çalışması durumunda cerrahi tedavi şansı olmadığı için burada anlatılmayacaktır. Sürrenal bezlerin çok hormon salgıladığı hastalıklar ise Cushing Sendromu, Conn Sendromu ve Feokromasitoma’dır. Bu üç farklı durum sürrenal bezin farklı bölgelerindeki farklı hücrelerden salınan farklı hormonlara bağlıdır.
Tüm doku ve organlarda olduğu gibi sürrenal bezlerde de kitle görülebilir. Bunlar iyi (adenom) ya da kötü huylu (kanser) olabilirler. İyi huylu olanlar ile kötü huylu olanların ayrımı genellikle radyolojik olarak yapılır. Burada karar verirken en çok kitlenin büyüklüğü dikkate alınır. Küçüklerin (<4cm) kötü olma şansı azken (%3-5), büyüklerde (>6cm) bu risk artar (>%25). Büyüklük dışında çeşitli görüntü özellikleri ve komşu doku ya da organlara yayılma şekilleri de kanser açısından ipucu verebilmektedir. Kötü huylu kitleler (kanserler) sürrenal bezin kendisinden kaynaklanabildiği gibi sürrenal beze atlamış (metastaz yapmış) başka doku ve organların kanseri de olabilir. İyi huylu kitlelerde (adenom) üzerinde durduğumuz en önemli nokta ise bu kitlenin hormonal olarak fonksiyon gösterip göstermediğidir. Fonksiyon göstermeyen kitleler, büyüklüğüne bakılarak takip edilebilirken fonksiyon gösterenlerin cerrahi olarak çıkartılması gerekir. Ayrıca hangi hormon açısından aktif olduğu saptanınca ameliyat öncesi hayati önem taşıyan bir hazırlık dönemi de gerekebilir.
Bazen de sürrenal bezde bir kitle olmadan bez topyekün büyüyerek (hiperplazi) çok hormon salgılamaya başlayabilir.
Cushing sendromu nedir?
İlaçlarla alınan veya vücudun kendisinin ürettiği çok miktardaki kortizole bağlı gelişen hastalıklı duruma Cushing sendromu denir. Bu sendromun özel bir formu olan Cushing hastalığı ise bu tabloya hipofiz bezindeki bir tümörün yol açmasıdır. Cushing hastalığı, insanın kendi vücudundan kaynaklann (endojen) Cushing sendromunun en sık sebebidir (%70). Hipofizdeki iyi huylu bir tümör (adenom) sürrenal bez ya da bezlerin çok kortizol salgılamasına yol açan adrenokortikotropik hormon (ACTH) üreterek Cushing sendromuna yol açar. Bu yüksek düzeyde ACTH salınımını bazen hipofiz dışında (normalde ACTH salgılamayan) dokuların iyi (adenom) ya da kötü huylu (kanser) tümörleri de yapabilir. Bu doku ve organlar genellikle akciğer, pankreas, tiroid ve timustur. Endojen Cushing sendromunun nadir bir sebebi de adrenokortikal kanser (sürrenal bezden kaynaklanan) olabilir.
Cushing sendromu belirtileri nelerdir?
Cushing sendromunda hastalarda tipik olarak yuvarlak bir yüz, kırmızı yanaklar, ensede “bufalo hörgücü” denen tümseklik (yağa bağlı), gövdede toplanmış kilo, karında kilo artışına bağlı çatlaklar (sitria) kol ve bacaklarda gövdeyle orantısız bir zayıflık vardır (patetese saplanmış kürdanlar gibi). Kas kitlesi azalmıştır, güçsüzdürler ve kolay yorulurlar. Ayrıca tansiyonları yüksektir, kemik erimesi (osteoporoz) ve tip 2 diyabetleri vardır. Deri incelmiştir, kolay morarır ve yaraları yavaş iyileşir, akneleri olabilir. Kadınlarda kıllanma, adet düzensizliği ve doğurganlıkta azalma, erkeklerde cinsel istekte azalma, ereksiyon sorunu yaşanabilir. Depresyon, kaygı, sinirlilik, duygusal kontrol kaybı, bilinç bozuklukları olabilir.
Cushing sendromunun tanısı
Çeşitli şikayetlerle doktora gelen bir hastada eğer klinik olarak Cushing sendromundan şüphe edilirse yapılması gereken ilk şey hastanın ilaç olarak steroid kullanıp kullanmadığını sorgulamaktır. Dışarıdan kortikosteroid almıyorsa o zaman kan ve idrarda kortizol düzeylerine bakılır. Hipofiz ve sürrenal bezlerine yönelik bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme yapılır. Bu tetkiklerle Cushing hastalığı mı, surrenal adenom mu, kanser mi, sorun hangi sürrenal bezde anlaşılmış olur.
Cushing sendromunun tedavisi
İlaç olarak steroid kullanan hastanın ilacı kesilebiliyorsa azaltılarak kesilir, kesilemiyorsa dozu azaltılmaya çalışılır. Cushing hastalığı saptandıysa ve sorun hipofizdeki tümör ise bu ameliyatla çıkartılır, çıkartılamıyorsa ışın tedavisi (radyoterapi) verilir. Sebep ACTH salgılayan akciğer, pankreas, tiroid veya timus tümörü ise mümkünse bu tümör ameliyatla çıkartılır. Bu hastalıkta ameliyat sonrası vücut duruma alışana kadar kortikosteroid desteği gerekecektir.
Sorun sürrenal bezden kaynaklandığında ilgili taraftaki bezin cerrahi olarak çıkartılması gerekir. Laparoskopik sürrenalektomi bu hastalığın en uygun cerrahi tedavisidir. Cerrahların tercihine göre endoskopik aletlerle karın içinden ya da retroperiton dediğimiz karın içine girmeden sürrenal bezleri çıkartmak mümkündür. Hastalar genellikle ameliyatın ertesi günü evine gönderilebilir ancak yeniden normal hormonal düzene geçiş zaman alacağı için sabırlı olunması gerekir. Günlük aktiviteler yavaşça artırılmalı öncesinde yaşanan kemik erimesini yerine koymak için bol kalsiyumlu beslenilmelidir.
Büyük, kanser olduğu düşünülen sürrenal kitle varlığında baştan açık sürrenalektomi önerilmektedir.
Conn sendromu (primer hiperaldosteronizm) nedir?
Sürrenal bezden salgılanan aldesteron hormonu vücudun sodyum (Na) ve potasyum (K) dengesini sağlar. Aldesteron böbreklerden salınan renin (anjiotensinojenaz) isimli bir enzimin kontrolündedir. Böbreğe giden kan akımı düşerse (hipotansiyon) veya sodyum miktarı azalırsa renin artar. Renin de surrenal bezden aldesteron salınımını artırır. Tansiyon yükselirse veya sodyum artarsa renin azalır ve aldesteron da düşer. Eğer aldesteron hormonu surrenal bezdeki iyi huylu bir kitle (adenom), her iki bezin büyümesi (hiperplazi) veya kanser tarafından otonom olarak (yani surrenal bezin kendisinden kaynaklı bir şekilde-primer olarak) çok salgılanırsa potasyum kaybı artar ve vücut sodyum tutmaya başlar. Fazla sodyumu dengelemek için de damar içi su tutulumu artar ki bu da tansiyon yüksekliğine yol açar. Bu duruma Conn Sendromu (primer hiperaldesteronizm) denir.
Conn sendromu belirtileri nelerdir?
Conn sendromunda plazmadaki renin aktivitesi düşüktür. Hastaların genelikle çok belirgin olmayan şikayetleri vardır. Önemli derecede potasyum düşüklüğü (hipokalemi) ve/veya tansiyon yüksekliği (hipertansiyon) olan hastalarda sık idrara çıkma, artmış susuzluk hissi, güçsüzlük, yorgunluk, geçici felçler, çarpıntılar, kas krampları ve karıncalanmalar görülebilir. Conn sendromu sekonder hipertansiyonun (sebebi belirli olan yüksek tansiyon) en sık nedenidir. 30-50 yaş aralığında ve kadınlarda daha çok görülür. Kalıcı hipertansiyon, kalp krizi, kalp yetmezliği ve diğer kalp problemlerinin yanı sıra, böbrek hastalığı veya böbrek yetmezliğine de yol açabilir.
Kan aldesteron düzeyi ile birlikte renin aktivitesi de yüksek ise buna sekonder aldosteronizm denir. Sorun surrenalde değildir. Böbreklere giden kan akımının azalması, düşük kan basıncı veya idrar sodyum düzeylerinde azalma buna yol açmış olabilir. En önemli sebebi böbreklere kan taşıyan damarlardaki darlıktır (renal arter stenozu). Konjestif kalp yetmezliği, siroz, böbrek hastalığı ve gebelik toksemisi de sekonder aldesteronizm yapabilir. Sekonder hiperaldesteronizmde sebebe yönelik tedavi yapılır.
Conn sendromu tanısı nasıl konur?
Hipertansif hastalarda kan potasyum düzeyi düşük ise, tansiyon ilaçları ile kontrol sağlanamıyorsa Conn Sendromundan şüphe edilmeli ve kanda aldesteron ile renin düzeylerine bakılmalıdır. Şüpheli durumlarda tuz yükleme testi yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi (BT/CT) veya manyetik rezonans görüntüleme (MR) ile de böbrek üstü bezleri ile böbrek damarları görüntülenip bir kitle, iki taraflı büyüme veya böbrek damarlarındaki darlıklar değerlendirilebilir.
Conn Sendromunun tedavisi
Conn Sendromunda tedaviyi hastalığın sebebi belirler. Hastaların yaklaşık üçte birinde sebep tek taraflı adenomdur. Adenom veya çok nadir görülen kanser varlığında tedavi kitlenin olduğu surrenal bezin çıkartılmasıdır. Büyük adenom veya kanser şüphesi varlığında açık ameliyat, küçük kitleler de laparoskopik ameliyat tercih edilir.
İki taraflı hiperplazi Conn Sendromlu hastaların yaklaşık üçte ikisinde görülen bir durumdur. İki taraflı hiperplazi varlığında iki bezi çıkartmanın yaratacağı tıbbi sorunlar büyük olduğu için cerrahi yerine tıbbi tedavi uygulanmalıdır. Tek taraflı olgularda eğer ameliyat etmek hastanın diğer tıbbi sorunları nedeniyle risk yaratıyorsa o zaman da tıbbi tedavi ile yetinmek gerekebilir.
Feokromasitoma hastalığı nedir?
Feokromasitoma her bir milyon kişinin yaklaşık sekizinde görülen nadir bir hastalıktır. Böbrek üstü bezlerinin (sürrenal/adrenal bezler) genellikle birinde ve genellikle iyi huylu bir kitle şeklindedir. Bazen iki bezde birde adenom gelişir. Çok nadiren de bu kitle kötü huyludur (kanser).
Feokromasitoma hastalığı belirtileri nelerdir?
Surrenal bezin medulla diye tanımlanan iç kısmında yer alan kromaffin hücrelerinden kaynaklanan tümör katekolamin (epinefrin ile norepinefrin) ve metanefrin diye isimlendirilen hormonları salgılayarak, yüksek tansiyona (hipertansiyon) çarpıntıya (taşikardi) ve terlemeye (diaforezis) yol açar. Hastalarda panik atak belirtileri yaratabilir.
Surrenal bez dışında kalan başka doku tümörleri katekolamin salgıladığında buna paragangliom denir. Paraganglioma belirti ve şikayetleri feokromasitoma ile aynıdır. Sıklıkla 30-50 yaş arasında görülür, kadın erkek dağılımı yaklaşık eşittir. Feokromasitomada”%10’lar Kuralı” diye ifade edilen özellikler vardır; Hastaların %10’u ailesel geçiş gösterir, %10’u kanserdir, %10’u böbrek üstü bezi dışından kayanaklanmıştır (paraganglioma). %10’u iki taraflı yerleşmiştir. Ailesel geçiş gösterenlerde iki taraflı tutulum çok daha sıktır (%70) ve beraberinde başka endokrin hastalıklarına da sık rastlanır. Tümörün boyutu ile şikayetler arası ilişki doğru orantılı değildir. Küçük tümörler daha çok katekolamin salgılarken büyükler ürettikleri hormonları depolayıp metabolize edebildikleri için kanda daha az katekolamin bulunabilir.
Feokromasitoma hastalarının yaklaşık üçte biri daha tanı konamadan şiddetli aritmi ve inmeyle vefat etmektedir. Hastaların yaklaşık dörtte üçünde yüksek tansiyona bağlı baş ağrısı, çarpıntı ve terleme şikayetleri vardır. Tansiyon yükseklikleri genellikle ataklar halindedir ve sıklıkla haftada bir tekrarlar. Bu ataklar genelde aynı şiddette seyrederken tümör büyüdükçe sıklığı ve süresi artar. Ataklar genellikle çarpıntı ve nefes almada güçlükle başlar. Uzuvlar soğuk ve soluk olabilir, yüzde kızarma eşlik edebilir. Ataklar uzadıkça bulantı, karın ağrısı, kusma, uyuşma ve kasılmalar eklenebilir ve sonrasında da halsizlik ve yorgunluk görülebilir. Atakları fiziksel aktivite, doğum, cerrahi, anestezi, anksiyete veya kan basıncını yükseltecek çeşitli gıdalar (tiramin içeren besinler; eski peynir, çikolata, soğuk depolarda korunan et, balık ve kümes hayvanları, salam, sosis, pastırma gibi kurutularak hazırlanan etler, tüm alkollü içecekler, fermente edilmiş soya ürünleri, lahana turşusu) veya ilaçlarla tetiklenebilir.
Hastaların yaklaşık yarısında tansiyon sürekli yüksektir, kalan yarısında da ataklar halinde yükselir. Yaklaşık %90’ında zonklaycı ense veya baş ağrısı vardır, buna bulantı ve kusma eşlik edebilir. Terleme %60-70 oranında görülür, genelde üst bedendedir, çarpıntıyla beraber görülebildiği gibi hastaların yarısında sürekli olabilir.
Uzun süreli tansiyon yüksekliği damar içi toplam sıvı hacmini azaltır. Hastalar yatarken doğrulduklarında veya otururken ayağa kalktıklarında tansiyonları düşüp başları dönebilir (ortostatik hipotansiyon). Anksiyete, ölüm korkusu, görüşte bulanıklaşma, kabızlık ve kilo kaybı ise az görülen şikayetlerdendir.
Mevcut tansiyon ilaçları ile yüksek tansiyonu kontrol edilemeyenler, artmış yüksek tansiyon atakları yaşayanlar, ailesinde feokromasitoması olanlar ve ailesinde çeşitli genetik aktarımlı hastalık (Multiple Endokrin Neoplasia type 2 –MEN, von Hippel-Lindau hastalığı, ailesel paraganglioma sendromları 1-5 ve nörofibromatozis 1) bulunanlar mutlaka doktora gitmelidir.
- MEN2: feokromasitomaya medüller tiroid kanseri, hiperparatiroidi ve marfanoid görünüm eklenmiştir.
- Von Hippel-Lindau (VHL): feokromasitomaya renal hücreli kanser (RCC), panreatik nöroendokrin tümör, retinal ve santral sinir sistemi hemangioblastoması eklenmiştir.
- Nörofibramatozis 1 (NF1): feokromasitomaya nörofibromlar, cafe-au-late makülleri ve Lisch nodülü (iris hamartomu) eklenmiştir.
Feokromasitoma tanısı nasıl konur?
Şikayetleri ve aile hikayesi ile şüphe duyulan hastanın serumunda metanefrin ve normetanefrin bakılmalıdır. Yanlış sonuç çıkmaması için bazı noktalara dikkat etmek gerekir:
- Bu şüphe ile kan örneği alınacak hastaların 30 dk sırt üstü yatıp istirahat etmesi gerekir.
- Bazı ilaçların kullanımı yalancı olarak metanefrinlerin yüksek çıkmasına neden olur (beta-adrenoceptor blokörleri, fenoksibenzamin, trisiklik antidepresanlar, monoamin oksidaz inhibitörleri, serotonin norepinefrin reuptake inhibitörleri-SNRI). Asetaminofen, psödoefedrin de metanefrini yalancı olarak yükseltir. Amfetamin, nikotin ve kokain de norepinefrini yükseltir
- Kan örneği alınmadan önce gece açlığı (st 24.00 sonrası oruç tutmak) yanında en az 12 saattir nikotin, alkol alınmamış ve egzersiz yapılmamış olmalı, son 24 saatte katekolamin içeren gıdalar tüketilmemiş olmalıdır (meyveler, meyve suları, çikolata, kafein, domates, fasülye, kuruyemiş, ve patates)
Bir şekilde plazma testleri yapılamıyorsa 24 saatlik idrarda metanefrinlere bakılabilir. Metanefrinlerin tanı koydurucu olmadığı durumlarda “Chromogranin A” işe yarayabilir.
Feokromsitoma tipleri nelerdir?
Tanı konurken kullanılan biyokimyasal analizlere göre üç feokromsitoma tipi vardır:
- Adrenerjik (epinefrin ve metanefrin): Daha çok surrenal bir kitleyi düşündürür. Plazma metanefrin düzeyi metanefrin ve normetanefrin düzeyi toplamın %15’inden fazladır. Hastalarda klasik tekrarlayıcı ataklar vardır.
- Noradrenerjik (norepinefrin ve normetanefrin): Daha çok surrenal dışı bir tümörü işaret eder. Hastalın hipertansiyon ve taşikardi şikayetleri sürekli ve inatçı seyreder. Von-Hippel Lindau senromu hastalarında sıktır.
- Dopaminerjik (dopamin ve 3-metoksitiramin): Daha çok surrenal dışı baş-boyun tümörünü işaret eder. Hastalar daha çok asemptomatiktir (şikayetsiz) ama gastrointestinal sistemdeki doamin reseptörlerinin uyarılmasına bağlı bulantı kusma karın ağrısı ishal ve kilo kaybı olabilir. Daha çok suksinat dehidrogenaz subunit B genetik varyantında aşikardır.
Bu tiplerden bağımsız olarak idrar metanefrin ve normetanefrin toplamı arttıkça tümör çapı da artmaktadır. Şikayetleri ile feokromasitoma açısından şüphe uyandıran hastalarda biyokimyasal değerlendirme ile tanı konduktan sonra anatomik olarak tümörün yeri tespi edilmeyee çalışılır. Burada bilgisayarlı tomografi /BT/CT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRI) kullanılır. Hangisinin daha iyi veya uygun olduğuna dair farklı görüşler vardır ama BT’de kullanılan opak maddenin böbreklere etkisi ile kullanılan radyasyon, MRI’da da kapalı ortamda uzun süre kalma sıkıntıları hastaya göre hangi tetkikin seçileceğini belirler. Bu iki yöntem ile surrenaldeki tümörün çevre dokularla ilişkisini ve seçilecek cerrahi stratejiyi belirlemek mümkündür. Uzak metastazları saptamak ve tümörün karekterizasyonu için fonksiyonel görüntüleme yöntemleri de kullanılır. Bunlar; 18F-FDG PET, 123I-MIBG, 18F-FDOPA, 68Ga-DOTA ve HED-PET tetkikleridir.
Feokromasitoma tedavisi nasıl yapılır?
Temel tedavi yöntemi cerrahidir. Hastalıklı (tümör içeren) surrenal bez veya paraganglioma (surrenal dışı bir dokuda katekolamin salgılayan tümör) cerrahi olarak çıkartılınca tedavi sağlanmış olacaktır. Ancak feokromsitomada yüksek miktarda salınan katekolaminler vücut için patlamaya hazır bir yanardağ gibi tehlikelidir. Her ne kadar bu yanardağın ne zaman patlayacağı bilinmese de anestezinin ve tümöre fiziksel temasın onu tetiklediği kesindir. Bu nedenle hasta ameliyata alınmadan (anestezi almadan) ve kitleye dokunulmadan çeşitli önlemlerin alınmış olması gerekir.
Hastanın makul bir yüksek tansiyonu varsa kısa etkili alfa-1 adrenoseptor antagonistleri başlanır. Bu ilaçları düşük doz başlayıp artırmak baş dönmesi, bulantı ortostatik hipotansiyon gibi etkileri hafifletecektir.
Hastanın hipertansiyonu kontrolde güçlük çekilecek kadar yüksekse selektif olmayan alfa1 ve 2 adrenoseptor antagonisti başlanır. Bu ilaç da ağız kuruluğu, burunda konjesyon ve erkeklerde ejekülasyonda azalma yapabilir. Bu tedavilere başlandıktan günler sonra kalbin hızlı atışı için de beta blokörlerden biri verilir. Tek başına beta blokör vermek çok tehlikeli olabilir.
Feokromsitomalı hasta ameliyata kadar geçen sürede maruz kaldığı katekolaminler yüzünden damar içi sıvı hacminde kayıp yaşamış olur. Bu nedenle ameliyattan önce damar içi sıvı hacmini doldurmak gerekir. Bunun için farklı ekoller farklı süre ve miktarda damardan sıvı desteği yaparak hastayı ameliyata hazırlar.
Ameliyat endoskopik aletlerle karın içinden veya retroperiton dediğimiz karın arka bölgesinden yapılabilir. Büyük tümörler veya kanser şüphesi olanlarda açık cerrahi önerilmektedir. Laparoskopik olanlar cerrahi açıdan ertesi gün taburcu olabilecek konuma gelir ama tansiyon ve kan şekeri açısından stabil olana kadar hastanede tutulabilir.
Feokromasitoma cerrahisi sonrası neler görülebilir?
- Hasta ameliyat sonrası eğer hipertansif kriz yaşıyorsa ya tümör tam çıkartılmamıştır ya da surrenalden başka bir odak daha vardır. Tümör çıktıktan sonra hastalarda hipotansif atak yaşanabilir bu da genellikle daha fazla sıvı desteği ile çözülür.
- Ameliyat öncesi katekolaminlere bağlı yaşanan insülin direnci ile kan şekeri yüksek seyrederken başarılı bir cerrahi sonrası tam tersine kan şekeri düşebilir bu açıdan uyanık olup gereken destek verilmelidir.
- İki surrenal bezin birden çıkartılması gereken nadir durumlarda hastaların ameliyat sonrası ömür boyu steroid desteğine ihtiyacı olacaktır. Bu ihtiyaç araya girecek enfeksiyonlar, cerrahiler ve travmalar sonrasında artacaktır. Bu açıdan çok dikatli olmak gerekecektir.
Feokromasitoma metastaz yapar mı?
Feokromasitoma nadiren kansere bağlıdır. Kanserler metastaz (başka yere tümörün sıçraması) yapabilir. Feokromasitomadan çok paragangliomalarda metastaz görülür. Metastaz hastalığın tanısı ile birlikte saptanırsa buna senkron (eşzamanlı) metastaz denir. Metastaz tümörün cerrahi tedavisinden aylar sonra (3-4 aydan sonra) görülürse buna metakron (sonradan) metastaz denir. Feokromasitoma metastazları genellikle yavaş seyirlidir, hemen cerrahi yerine, bekleyip nasıl bir klinik tablo yarattığına gözlenmeli ona göre tavır alınmalıdır. Tedavi gerektiğinde cerrah, onkolog, endokrinolog, girişimsel radyg ve nükleer tıp uzmanının ekip halinde çalışması gerekir. Cerrahide amaç tümör hacmini olabildiğince küçültmektir. Burada metastatik odakların yerinin belirlenmesi ve ameliyatta bulunabilmesi için nükleer tıpın desteği gerekebilir. Bazen de cerrahi olarak ulaşılması güç yerleşimler için ya da cerrahi gerektirmeyecek odaklar için girişimsel radyoloji ile lokal ablasyon tedavileri uygulanabilir. Tümör hacimsel olarak azaltıldıktan sonra kemoterapinin ya da radyonüklit tedavinin (123I-MIBG ile) faydası olacaktır.
Prof. Dr. Gökhan Moray
Bayındır Söğütözü Hastanesi Genel Cerrahi Bölüm Başkanı