Halk arasında şeker hastalığı olarak da bilinen ve sinsi ilerleyen diyabet, hastaların ömür boyu dikkat etmesi gereken kronik bir hastalık. Kimi durumda gençken, kimi durumda hamile iken çıkan hastalık, uzun dönemde vücudun en önemli organları olan kalp, göz, sinir sistemi gibi pek çok yerde farklı etkileri ile görülebilir.
Diyabet nedir?
Diyabet, insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki nedenlerle organizmanın karbonhidrat yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, sürekli tıbbi bakım gerektiren kronik bir metabolizma hastalığıdır. Hastalığın akut komplikasyon riskini azaltmak ve uzun dönemde pahalı olan tedavi sürecini önlemek ve kronik sekellerinden korunmak için sağlık çalışanları ve hastaların sürekli eğitimi şarttır.
Ülkemiz dahil 170 ülkede 230 araştırma grubunun çalışması sonucunda inanılmaz bir sorunla karşı karşıya kaldığımızı istatistik verileri gösteriyor. Ülkemizde 2000 yılında %3,7 olan hasta oranı 2006 yılında %6,35, 2015 yılında %13,7 yükselmiştir. TURDEP çalışması ise her beş kişiden birinin diyabet adayı olduğu göstermektedir.
Diyabet tanısı için testler mutlaka tekrar edilmeli
Çok ağır diyabet semptomlarının bulunmadığı durumlar dışında tanının daha sonraki bir gün tercihen aynı veya farklı bir yöntemle doğrulanması gerekir. Eğer başlangıçta iki farklı test yapılmış ve test sonuçları uyumsuz ise sonucu eşik değerin üstünde çıkan test tekrarlanmalı ve sonuç yine diyagnostik ise diyabet tanısı konulmalıdır. Açlık plazma glikozu iki kez 126mg /dl üzerinde ise diyabet tanısı konulur.
Gebelerde diyabete yakın takip
Gebelik diyabetinin araştırılması amacıyla geleneksel olarak iki aşamalı tanı yaklaşımı kullanılmaktadır. Günümüzde iki aşamalı tanı yaklaşımının yanı sıra tek aşamalı tanı yaklaşımı da giderek yaygınlaşmaktadır. İki aşamalı test yaklaşımında hastaya iki kere glukoz içirilir ve elde edilen kan değerleri karşılaştırılarak tanı konulur. Diğer tanı yöntemi olan OGTT’de ise diyabet tanısı konan hastanın tanısını kesinleştirmek için 3 saatlik OGTT yapılır.
Prediyabet hastaları, diyabet hastası gibi dikkat etmeli
Daha önce sınırda diyabet ya da latent diyabet diye anılan bozulmuş glikoz tolerans ve bozulmuş açlık glisemisi (BAG ) artık prediyabet olarak kabul edilmektedir. Her ikisi de diyabet ve kardiyovasküler hastalık için önemli risk faktörleridir. Uluslararası Diyabet Uzmanlar Komitesi A1C %5.7-6.4 aralığında bulunan bireylerin diyabet açısından yüksek riskli olduklarını ve koruma programlarına alınmalarını gerektiğini bildirmiştir.
Diyabetin belirtileri
- Çok idrara çıkma
- Çok su içme çok su içtikçe idrara çıkma
- Genç bireylerde çok yemek yeme ya da iştahsızlık
- Halsizlik çabuk yorulma, yeterli enerji kullanamama
- Ağız kuruluğu
- Gece idrar yapma veya yatağa kaçırma
- Bulanık görme
- Açıklanamayan kilo kaybı
- İnatçı enfeksiyonlar
- Tekrarlayan mantar enfeksiyonları
Tip 1 ve tip 2 diyabet farklı ilerler
Tip 1 ve tip 2 diyabet klinik başlangıç şekilleri ve ilerleme süreçleri itibarıyla heterojen hastalıklardır. Geleneksel olarak tip1 diyabetin çocuk ve gençlerde şiddetli ve dikkat çeken şikayetlerle akut hiperglisemi veya diyabetik ketoasidoz DKA ile başladığı buna karşılık tip 2 diyabetin erişkinlerde hafif ve nispeten yavaş seyirli olarak başladığı kabul edilse de tanı sırasında bazı olgular bu ayırıma uymaz bu yüzden kesin tiplemesi yapılamaz.
Tip 1 A diyabet: Genetik yatkınlığı (riskli doku grupları) bulunan kişilerde çevresel tetikleyici faktörlerin, virüsler, toksinler, emosyonel stres etkisiyle otoimmünite tetiklenir ve ilerleyici beta hücre hasarı baslar beta hücre rezervi%80-90 oranında azaldığı zaman klinik diyabet semptomları ortaya çıkar erken evreleri yukarıda bahsedilen tip1 A diyabetin Evre 3 başlangıcında kanda adacık otoantikorları pozitif bulunur. Bu antikorlar genellikle birinci yılın sonuna doğru kanda kaybolur.
Tip 1 B diyabet: Otoimmünite dışındaki bazı nedenlere bağlı mutlak insülin eksikliği sonucu gelişir. Kanda adacık otoantikorları bulunmaz.
Tip 2 diyabet: Tüm yetişkinler demografik ve klinik özelliklerine uygun olarak tip 2 diyabet risk faktörleri açısından değerlendirilmelidir.
Diyabet riski yüksek bireyler şunlardır:
- Ülkemizde 40 yaş üzeri toplumun %10 dan fazlasında diyabet bulunduğu için kilosu ne olursa olsun 40 yaşından itibaren 3 yılda bir tercihen APG (açlık plazma glikozu) ile diyabet taraması yapılmalıdır.
- Birinci ve ikinci derece yakınlarında diyabet bulunan kişiler
- Diyabet prevelansı yüksek etnik gruplara mensup kişiler
- Makrozomik (doğum tartısı 4,5 kg veya üzerinde olan) bebek doğuran veya daha önce GDM tanısı almış, polikistik over sendromu PKOS olan kadınlar.
- Dislipidemikler, daha önce BAG veya BGT saptanan bireyler
- İnsülin direnci ile ilgili klinik hastalığı veya bulguları akantozis nigrikans bulunan kişiler
- Sedanter yasam süren veya fizik aktivitesi düşük olan kişiler. Doymuş yağlardan zengin posa miktarı düşük beslenme alışkanlıkları olanlar
Diyabetik nöropati nedir?
Diyabetik nöropati şeker hastalığının sık görülen ve ciddi seyreden bir komplikasyonudur. Diyabet hastalarının yaklaşık yarısında takip eden süreçte nöropati geliştiği görülmektedir. Hem tip 1, hem tip 2 hastaları bu risk altındadır. En sıklıkla ayak ve bacaklardaki sinirleri etkiler. Genelde sinsi olarak geliştiğinden belirtiler ortaya çıktığında anlamlı sinir hasarı gelişmiş demektir, bu nedenle belirtiler ortaya çıkmadan hastanın bu yönden izlenmesi önemlidir. Diyabetik nöropatinin 4 ana tipi vardır. Bir hastada bunlardan biri veya birden fazlası bulunabilir.
Periferik nöropati: İlk olarak ayak ve bacakları, sonra el ve kolları etkileyen uyuşma, karıncalanma, yanma hissi ve kramplar ile kendini gösterir, ardından kas güçsüzlüğü, reflekslerde kaybolma, dengesizlik ve koordinasyon kaybı gelişebilir.
Otonomik nöropati: Mesane sorunları (idrar kaçırma veya yapmada zorlanma), kabızlık veya kontrol edilemeyen ishal, mide problemleri (bulantı-kusma, şişkinlik), terleme bozukluğu, istirahat halinde çarpıntılar, ayağa kalkma ile kan basıncında ani düşmeler, erkeklerde ereksiyon bozuklukları, kadınlarda vajinal kuruluk gibi belirtilere neden olabilir.
Radikülopleksopati: Tip 2 diyabetlilerde ve yaşlılarda daha sık olup genelde tek taraflı uyluk veya kalça kuşağı kaslarında ağrı ve bunu takip eden güçsüzlük (oturur pozisyondan kalkmada zorlanmaya neden olur), kaslarda atrofi ile seyreder. Çoğu vakada bir kötüleşmeyi takiben kısmen de olsa zaman içinde düzelme beklenir.
Mononöropati: Yüz veya ekstremitede tek bir periferik sinirin tutulumu olur, sıklıkla aniden başlar ve ağrılı olabilir. Haftalar, aylar içinde kendiliğinden düzelebilir.
Bir diyabet hastası şu durumlarda mutlaka doktora başvurmalıdır:
- Uykuya veya günlük aktivitelere engel olan ayaklarda veya ellerde yanma, karıncalanma, uyuşma veya güçsüzlük hissettiğinde,
- Sindirim ile ilgili sıkıntılar, idrar yapma veya cinsel fonksiyon bozuklukları olduğunda
- Baş dönmesi, sersemlik olduğunda,
- Ayakta iyileşmeyen veya enfekte olan yaralar geliştiğinde.
- Tanı için mutlaka detaylı bir nörolojik muayene ve gerekirse elektrofizyolojik testler (emg, otonom testler) yapılmalıdır.
- En önemli konu bu problemin gelişmesini önlemeye yönelik sıkı kan şekeri kontrolü ve risk faktörlerinin (eşlik eden hipertansiyonun düzenli seyretmesi, varsa sigara içiminden kaçınılması gibi) kontrolüdür. Diyabetik nöropati geliştikten sonra da bu faktörlere dikkat edilmesi ile hem klinik hem de elektrofizyolojik olarak düzelme gözlenebilir.
Diyabetin kalbe etkisi
Kalp ve damar hastalığı ile diyabet arasında çok ciddi bir ilişki vardır. 65 yaşın üzerindeki diyabet hastalarının %70’i kalp, %16’sı ise felç nedeni ile ölür; yani neredeyse 100 hastadan 86’sı kalp ve damar hastalıklarından ölmektedir.
Diyabet tedavi altında ve kan şekeri normal değerlerde olsa bile hastaların kalp ve inme riski halen diyabeti olmayan hastalara göre daha yüksektir. Bunun temel nedenleri ise diyabet hastalarında şekerin yanında hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, obezite, egzersiz yapmamak ve sigara gibi kalp hastalığına yol açan diğer faktörlerin de bulunmasıdır.
Damarları tıkayan hastalık: diyabet
Şeker düzeyinin yüksek olması damar duvarındaki endotel tabakasını (damarların tıkanmasını önleyen tabaka) zedeleyerek damar duvarında kolesterol birikime yol açar. Bu kolesterol birikimi zamanla başta kalp olmak üzere, beyin, göz, böbrek ve bacak damarlarını tıkayarak kalp krizi, felç, körlük ve böbrek yetmezliği gibi hastalıklara yol açmaktadır.
Diyabet olmayan hastalardaki damar tıkanıklıkları daha çok damarın tek bir bölgesinde olurken, diyabetik hastalarda maalesef damarlar çok yaygın bir şekilde tıkanmaktadır. Bu yaygın tutulum tedavi seçeneklerini de oldukça daraltarak zorlaştırabilir.
Diyabet hastaları yakın takipte olmalı
Diyabet kalp hastalığı açısından kontrol edilebilir bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Yani diyabet hastaları yakın takip ve etkin tedavi yöntemleri ile kalp hastalığını bir kader olarak yaşamaktan kurtulabilir.
Şekerin etkin kontrolü yanında sigarayı bırakmak, tansiyonu 120/80’nin altına çekmek, kilo vermek, düzenli spor yapmak, şeker hastalarının kalp hastalığı ve inmeden ölüm riskini belirgin olarak azaltacaktır. Bu nedenle tüm diyabet hastaları mutlaka düzenli olarak kalp ve damar kontrollerini yaptırmak üzere kardiyoloji uzmanları tarafından takip edilmelidir. Unutmayın kalp hastalığı kader olamaz. Diyabetik hastalar için bile.
Diyabet gözlerinizi etkilemesin
Diyabet hemen her sistemi etkileyen bir hastalıktır ve hastalarda göz tutulumu yapabilir. Diyabetik retinopati genellikle her iki gözü tutar. Yüksek ve düzensiz kan şeker değerleri, gözün ağ tabakasındaki damarlara zarar verir. Damar yapısındaki bozulmalar, damar dışına sıvı sızması ve kanamalara neden olur. Görme merkezinde ödem oluşarak bulanık görmeye neden olur. Erken dönemde uygun tedavi uygulanmazsa kalıcı görme kayıpları olur. Bu nedenle hastaların düzenli göz kontrolü yaptırması gerekir. Göz hekimi tarafından görülen hastalarda eğer bulgular yoksa yılda bir, bulgular gelişmişse hekimin önerdiği zaman aralıkları ile muayene olmalıdır.
Kan şekeri kontolü ile diyabetik retinopatinin önüne geçin
Gün içerisinde görmede dalgalanma, bulanık görme, görme alan kayıpları, göz önünde perdelenme şikayeti olan hastalar vakit kaybetmeden göz doktoruna başvurmalıdır. Bazı hastalarda sürekli gözlük numarasında değişim ile kendini gösterir. Diyabetik hastalarda katarakt da daha erken gelişir. katarakt, göz dibi muayenesini bir perde çekilmiş gibi engeller ve muayene net yapılamaz. Göz dibi takipleri ve tedavilerin etkin olması için katarakt ameliyatının da zamanında yapılması gerekir.
Kan şekeri kontrolü, kan basıncı kontrolü, düzenli göz kontrolü ve uygun tedavi ile diyabetik retinopati kontrol altına alınabilir. Düzenli göz kontrolleri ile kalıcı görme kaybı önlenebilir.
Doktorunuz ile tedavi seçeneklerini görüşün
Diyabetik retinopati ve görme merkezinde diyabete bağlı ödem tedavisinde göz içine iğne ve argon lazer tedavi opsiyonları mevcuttur. Argon lazer tedavisinde gözün damarsal tabakasındaki bozulmalar, retina oksijen ihtiyacını azaltma prensibi ile lazer ışınları ile tedavi edilmektedir. Böylece anormal damar oluşum ihtimali azalır.
Özellikle son zamanlarda uygulanan göz içine yapılan iğneler ile oldukça başarılı sonuçlar alınmaktadır. Gözün iç kısmına çok küçük uçlu iğneler ile ilaçlar enjekte edilmektedir. Oldukça güçlü ve tedavi edici yönü etkili ilaçlardır. Göz muayene bulgularına göre belli aralıklarla tekrarlayan enjeksiyonlar gerekir. Bu tedavilerden yanıt alamayan, göz içinde kanama, ağ tabakada yırtılma veya anormal zar oluşumu olan hastalarda vitrektomi denilen ameliyat gündeme gelir.
Sonuç olarak diyabetik retinopati erken dönemde saptandığında ve uygun tedavi ile ilerlemesi önlenebilen bir hastalıktır. Kan şeker kontrolü oldukça önem taşır. Erken tanı ve erken tedavi ile kalıcı görme kayıplarının önüne geçilir. Diyabetik her hasta rutin göz kontrolüne gelmelidir.
Prof. Dr. Mustafa Kutlu
Bayındır Söğütözü Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Prof. Dr. Timur Timurkaynak
Bayındır İçerenköy Hastanesi ve Levent Tıp Merkezi Kardiyoloji Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Yonca Aydın Akova
Bayındır Kavaklıdere Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı